Sayfa İçeriği: Nurullah Ataç Sözleri, Nurullah Ataç Aşk Sözleri, Etkileyici Nurullah Ataç Sözleri, Nurullah Ataç Sözleri 2020, Nurullah Ataç Güzel Sözleri, Nurullah Ataç Sözleri Facebook
İstanbul doğumlu Türk eleştirmen, yazar ve aynı zamanda şair olan Nurullah Ataç Sözlerini sizler ile buluşturuyoruz. Bu sayfamızdaki Etkileyici Nurullah Ataç Sözlerini Facebook, İnstagram gibi hesaplarınızdan paylaşabilirsiniz.
Editörün Seçimi: Yarın yorgun kimselerin değil, rahatına kıyabilenlerdir. (Nurullah Ataç)
En güzel bahar, yaz şiirleri belki de kış geceleri bir ocak başında yazılmış olanlarıdır.
Günler akıp geçiyor… Belki de ancak bize öyle geliyor. Ayrı ayrı günler yoktur, bir bitmeyen bugün vardır ki hepimiz onun içine kapanır, onun içinde akar gideriz deseler, bilmem o da doğru olmaz mı?..
Kişiyi kişi eden yaşaması değil, tutkularıdır.
Dört Yanımız yalnızlıkla çevrilmiş.
Yokluğa şekil verilemez; yokluk, en tantanalı şeklin altından da kendini gösterir, sırtarıverir...
Yarın yorgun kimselerin değil, rahatına kıyabilenlerindir.
Çocukluğu olmayanın gençliği de olmaz.
Adamın biri de çıkmış: ” Bir kimsenin düşünceleriyle çıkarları arasında bir ayrılık bir uzlaşmazlık görmezsem, inanmam ben onun gerçekten düşündüğüne.” diyor.
Kişioğlu düşünen bir varlıkmış.
Hem düşünmez, hem de kendisi için böyle denilmesinden hoşlanır.
Bir insan kendi ölümü ile değil, kendisini sevmiş, yahut sadece tanımış en son insanın da toprağa düşmesiyle ölür.
Sevgi aslında belki hoş bir masal, içimizin çirkinliklerini unutup kendimizi avutmak için uydurduğumuz bir yalandır; kökü özcülüğümüzle, ikiyüzlülüğümüzü unutturuyor, bizi küçüklükten kurtarıyor. Bunun için duygularımızın en ulusu, birer düş de olsalar gene göğsümüzü kabartan, bize sanki bir tanrılık bağışlayan üstünlüklerin kaynağıdır.
Gene de sinirlenirim övünmesine: “Erişebileceğinden daha yukarıda değil miymiş bunun gözü? Kendi gücünü ölçmüş de ne yapabilecekse ancak ona mı özenmiş? Kendini aşmaya çalışmamış mı?” diye düşünürüm. Bir küçüklük sezerim onda: Kendini olduğundan da daha üstün olmaya değerli bulmamak küçüklüğü.
Gerçekçi sanat adamı gerçekte ne görüyorsa onun tıpkısını yapmağa kalkan adam değildir, gerçeği bize duyuran adamdır.
Gösteriyor her bakış
Bir ürperme, bir korku;
Her yüreğe uğramış
Sanki hicranın oku.
Bizim bugün Karacaoğlanın, Deli Boranın, diye bildiğimiz, ağızdan ağıza dolaşarak değişmiş, bozulmuş, genede tazeliklerini, güzelliklerini yitirmemiş şiirleri söyleyen halk, üç dört kendini beğenmişin: "Biz halkı aydınlatmaya çalışıyoruz!" diye kendileride inanmadan yazdıkları ecişbücüş şiirleri neden dinlesin?
Bir Fransız şair soruyor: "Hey hafıza!.. sen bize Rabbin bir rahmeti, yoksa bir lâneti misin?
Insanın kendini asıl kendine karşı mudafaasi zor, belki imkansızdır.
Türkçeyi o kadar hor görmüş bir adama bizde kalkıp "büyük Türk şairi" demişiz!
Ne anlatayım bugün size?.. Dışarıya bakıyorum, ışıklı bir gök, kişiye yaşamayı sevdiren bir gün...
Ne ekersen onu biçersin, Sedat. Anlıyarak öğrenmek, kullandığımız tilciklerin köklerini öğrenmekle başlar.
"Aman! çocuklarımızı anlamaksızın, körü körüne bellemekten koruyalım" diye çırpınıyoruz, sonra da o çocukların köklerini öz yorularını (manalarını) bilmedikleri tilcikler düşünüp yazmalarını istiyoruz. Olur mu bu? yazık değil mi o çocuklara?
Ölümü düşünmeden, aklımıza getirmeden yaşamak elbette en iyi şey, ama elimizde mi?
Bunun içindir ki Batı acunu düşünürlerinin en gelenekçisini getirin, bizim ne yapmak istediğimizi anlatın, hiç şüpheniz olmasın, o da Atatürkçü olur.
Avrupalı aydın, bilim-yurdunda (üniversitede) değil, orta öğretim okullarında yetişir. O okullarda kendisine birtakım büyük yazarların, büyük düşünürlerin eserleri okutulur, onların birbirlerine benzemedikleri, düşünce hayatının naslar üzerine kurulmadığı gösterilir, insanoğluna saygı aşılanır.
Günler akıp geçiyor... Belki de ancak bize öyle geliyor. Ayrı ayrı günler yoktur, bir bitmeyen bugün vardır ki hepimiz onun içine kapanır, onun içinde akar gideriz deseler, bilmem o da doğru olmaz mı?..
Bizim olmayan sıkıntı, sıkıntı değil bizim için.
“Ben kendimi beğenmem”, demek de kendini beğenmekten gelir.
Çocuk babasının, amcasının okuduğunu görmemiş ki kendi de özenip okusun.
Bir insan kendi ölümü ile değil, kendisini sevmiş, yahut sadece tanımış en son insanın da toprağa düşmesiyle ölür.
Biraz da karşılık beklemeden bir iş görmeye, ettiğiniz iyiliği iyilik saymamaya alışın.
En güzel yaz, kış gecelerinin karanlığında bütün çiçeklerini, kuşlarını bizim yarattığımız yaz değil midir...?
İnsanlar bir devletin yurttaşı olduğu kadar bir zamanın da yurttaşıdır...
Dünyada düşünce çok, değiştir değiştir kullan; dost bulmak zor...
Belki bir hayal ile hâtıranın sınırlarını çizmek kabil değildir; birbirlerine o kadar girerler. Hülyalarımız henüz gerçekleşmemiş birer hâtıra, hâtıralarımız da geçmişte, yani artık hayal olmuş bir âlemde bir an gerçekliğe erdiklerini sandığımız birer hülyadır...
Bütün çabalarımız, başkalariyle uğraşmamız hep kendimizi anlayabilmek, duygudan üstün bir bilgiye ermek içindir. O da olacak şey değil. Demek ki bir türlü çıkamadığımız, bizi kıskıvrak bağlıyan benliğimiz içinde bütün yapabildiğimiz, bütün başarabildiğimiz birtakım sayıklamalarla kendimizi avutmaktır...
Her insanın hayatı alâka ile dinlenmeğe lâyıktır. Yalnız büyük denilen kimselerin nasıl yaşadıklarını merak edenlere şaşarım: ötekilerde de insanlığı görmüyorlar mı..? Onların da insanoğlunun bir parçası olduğunu, yeryüzündeki büyük maceramızın bir kısmını da ancak onlardan öğrenebileceğimizi unutuyorlar mı..?
Salt çıkarını arayan bir kişinin fikir değiştirmiş olması beni ilgilendirmez. Zaten öyle bir kimse değişemez ki!
Kedisiz bir insanlığı aklım almıyor. Şimdi bahçesiz, deliksiz apartman dairelerinde kedi beslenmiyor da bir eksiklik duyuyorum.
Ölümsüz olmak isteyen insan ölümsüz işler yapar. Kimi bu dünyada sevgi ve saygıyla anılır, kimi ise nefretle anılır. Her insan bir iz bırakır ama bazı izler çabuk silinir.
"Özgürlük,düşünmek sıkıntısına,sorumluluk
kaygısına katlanmak demektir."
Kolay mı fikir değiştirmek? Herkesin harcı mı? Bir kere bir fikri olacak kişinin. Bir de yetmez, en aşağı iki: birini bırakacak, öbürünü savunacak. Nerede o bolluk?
Kollarımızın sardığı değil, ancak düşünüşümüzün, kafamızın sardığı gerçekten bizim olabilir.
Ama bunun yalnız kendimiz için böyle olduğuna inanmakla kalmamalıyız: iyilik dileğinin bize vergi olduğunu sanıp başkalarında ancak kötülük canavarı görmek, bencillikten de daha utanılacak şey olan bizciliğin, her türlü kinin başlangıcıdır.
Övmek zorunda olduğu için öven kimse kulluğa, küçüklüğe razı oluyor, silkinip yükselmek istemiyor demektir.İnsanlık için bir ayıptır öyle kişiler. Ama onların övmesiyle göğüsleri kabaran kişilerde aslını arasınız, onlardan daha büyük değildir.Duygularını yenememiş, kendi kendilerini aşamamışlardır.
Sonbaharın zehrinden
Gönlüm hisse alıyor;
Titre, ruhum! derinden:
İşte son gül soluyor.
Dünü bırakıp bugünle uğraşalım.
Belki bir hayal ile hatıranın sınırlarını çizmek kabil değildir; birbirlerine o kadar girerler. Hulyalarımız henüz gerçekleşmemiş birer hatıra, hatıralarımız da geçmişte, yani artık hayal olmuş bir âlemde bir an gerçekliğe erdiklerini sandığımız birer hulyadır.
Bir başımıza kalmaktan, belki biricik gerçek alemimiz olan kendi içimize büzülmekten, hep onun yoksulluklarını çekip ifritleri ile boğuşmaktan ürkmeseydik dost, arkadaş edinmeye özenir miydik?
Bilgelik, içimizde bir duygu olarak kaldıkça, bize ancak özlemini çektirdikçe tatlı, hoş bir şey.
Gönlümde sevgiler vardı,
Çünkü akşam pek füsunkardı.
Kişiyi kişi eden yaşaması değil, tutkularıdır.
Günümüz şiirinin başında Orhan Veli olduğu gibi, günümüz hikâyesinin başında da Sait Faik vardı. Değerlerinin günden güne daha iyi anlaşılacağından şüphem yok
... bırakın kendinizi tabiatınıza, onu değiştiremezsiniz, iyileştiremezsiniz.
Sevgi, nefret, hınç, bunların hepsi gençlik bulunan gönüllerin işidir; korku ise ihtiyarlığın çöktüğü, ihtiyarlığın kavradığı gönüllere vergidir.
Bizi söyleyen değil, söylenen ilgilendirir: beğenirsek, doğru bulursak alırız, beğenmezsek, doğru bulmazsak onunla çarpışırız; söyleyen kişi ile değil, söylenen sözle, ileri sürülen fikirle…
Çocukluğu olmayanın gençliği de olmaz.
Bir başımıza kalmaktan, belki biricik gerçek âlemimiz olan kendi içimize büzülmekten, hep onun yoksulluklarını çekip ifritleri ile boğuşmaktan ürkmeseydik dost, arkadaş edinmeye özenir miydik?