Sayfa İçeriği: Jean Paul Sartre Sözleri, Jean Paul Sartre Aşk Sözleri, Jean Paul Sartre Özlü Sözleri, Jean Paul Sartre Sözleri 2019, Jean Paul Sartre Sözleri Facebook, Jean Paul Sartre Sözleri Fransızca
Fransa doğumlu olan ve 1900'lü yıllarda yaşayan ünlü filozof Jean Paul Sartre Sözlerini sizler ile buluşturuyoruz. Sizler de beğendiğiniz Özlü Jean Paul Sartre Sözlerini Twitter, Tumblr, Facebook gibi hesaplarınızdan paylaşmayı unutmayın!
Editörün Seçimi: İnsan, özgürlüğe mahkumdur. (Jean Paul Sartre)
Saat üç. Bir şey yapmak isterseniz, bu saat ya çok geç ya çok erkendir. Öğleden sonra acayip bir an.
''Bu sevinçli,akıllı uslu insan sesleri arasında yalnızım. Bütün bu adamlar,vakitlerini dertleşmekle,aynı fikirde olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar.Aynı şeyleri hep birlikte düşünmeye ne kadar önem veriyorlar!''
Aşk; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba, insan kendi bilincine mahkumdur.
Başkalarına kötülük ederek kendinden öç almak. İşte bu; çünkü insanın gücü kendine yetmiyor.
Her seçiş bir vazgeçiştir.
Anlam verilmek istenirse, hayatın bir anlamı vardır.
Hayat üç bölümdür: Dünyayı değiştireceğini sandığın, dünyanın değişmeyeceğine inandığın ve dünyanın seni değiştirdiğinden emin olduğun bölümler.
İnsan sahip olduğu herşeyi kaybetse bile asla umudunu kaybetmemelidir. Umudunu kaybeden insan herşeyeni kaybeder. Umut insanı hayata bağlayan en önemli değerdir. Umutsuzluk manevi bir yok oluştur.
Umutsuzluk insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastların en korkuncudur, umutsuzluk manevi bir intihardır.
İnsan ilk önce varolur, ortaya çıkar, sahnede görünür ve ancak ondan sonra kendisini tanımlar.
Savaşı zenginler çıkarır, yoksullar ölür.
İnsan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe, insan değildir, adam değildir.
Sırtım olmasın isterdim; ben onları görmediğim zaman insanların bana bir şeyler yapmalarından hoşlanmıyorum.
Birisini sevmeye kalkışmak, önemli bir işe girişmek gibidir, bilirsin. Enerji, kendini veriş, körlük ister. Hatta başlangıçta bir uçurumun üzerinden sıçramanın gerektiği bir an vardır. Düşünmeye kalkarsa atlayamaz insan. Bundan böyle artık bu gerekli sıçrayışı yapmayacağımı biliyorum.
Issız bir adada olsaydınız yazar mıydınız? İnsan hep başkaları okusun diye yazmaz mı?
Her şeyi çok ciddiye alıyorum, sanki ölümsüzmüşüm gibi...
“İki kent arasındayım, biri bilmiyor beni, öteki artık tanımıyor” diyordu. Ait olamamak da tam olarak burada başlıyor.
Benim bildiğim nesnelerin insana dokunmaması gerekir. Çünkü canlı değillerdir. Aralarında yaşar, onları kullanır, sonra yerlerine koyarız. Onlar sadece yararlıdır. Oysa bana dokunuyorlar... Geçen gece deniz kıyısında, çakıl taşını elime aldığım zaman ne duyduğumu şimdi daha iyi anlıyorum. İçim bayılır gibi olmuştu. Bu duygunun çakıl taşından geldiğinden kuşkum yok... ellerde duyulan bir çeşit bulantı bu.
Varolan her şey, nedensiz ortaya çıkar, zavallılığı yüzünden varoluşunu sürdürür ve rastgele ölür. Kendimi geriye doğru verip gözlerimi kapıyorum. Ama o anda, imgeler kendilerini toparlayıp sıçrıyor ve kapalı gözlerimi varoluşla dolduruveriyorlar. Varoluş insanın sıyrılamadığı bir doluluktur.
Gidersem başkalarına isyan etmiş olurum, gitmezsem isyanım kendime olur.
Demek cehennem bu. Hiç aklıma getirmezdim böyle olacağını… Acı, ateş, kızgın ızgara hepsi sizsiniz demek… Ne gülünç şey! Kızgın ızgaranın ne gereği var: Cehennem başkalarıdır.
Bir şey sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez, ona anlam veren ölümüdür yalnız.
Otuzuna gelince ölüp gitmeli insan, otuzdan sonra muşmulaya dönüyor, bir halta yaramıyor.
Çoğu zaman, yalnızca sana bakmak ve seni sevdiğimi bilmek bana yetiyor.
"Gözlerimin.. Gözlerimin dipleri, kökleri ağrıyor."
Belki bilirsiniz, insan bir kez zehir aldı mı, ardından bir daha almadan duramaz.
Bir şey sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez. Ona anlam veren ölümdür yalnız.
Hayatta yapılacak o kadar çok hata var ki, aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin anlamı yok...
İnsanın özgürlüğü, kendisine yapılanlara karşı takındığı tavırda gizlidir.
Bilinç, kendisini bir şey yapmak isteyen ve en yüksek tutkusu Tanrı olmak olan varlıktaki deliktir. Bilinç daima olduğunun ötesinde bir şeydir. özgür olmaya mahkumdur.
Düşünce özgürlüğünden yoksun olmak düşündüğünü söylememek değil, hiç düşünmemiş olmaktır.
Anılar şeytanın kesesindeki altın sikkelere benziyor: keseyi açtığında bir de bakıyorsun, altın değil, ölü yapraklar var içinde.
Gerçek deniz soğuk ve karadır, içinde hayvanlar kaynaşır, insanları aldatmak için yapılmış ince yeşil zarın altında sürüklenerek ilerler. Çevremdeki şu hava perileri, kendilerini bu aldanışa bırakmış, yalnız ince zarı görüyorlar; ben altını görüyorum.
Aşk; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba, çünkü insan kendi bilincine mahkumdur.
Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’Honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: Ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim halde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem.
Dostluk, birbiri hakkında hüküm vermek demek değildir. Dostluk, inanmak demektir.
İnsanlar kahramanları oynuyorlar; çünkü korkaklar. Azizleri oynuyorlar; çünkü kötü ruhlular. Suikastçiyi oynuyorlar; çünkü yanıbaşlarındaki komşularını öldürmek için yanıp tutuşuyorlar. İnsanlar oynuyorlar; çünkü doğuştan yalancılar.
Her varoluşan nedensiz doğar ve rastlantı sonucu ölür. Kendimi geriye doğru bırakıp gözlerimi kapadım. Ama görüntüler hemen, etekleri tutuşup sıçradılar ve kapalı gözlerimi varoluşlarla doldurmaya geldiler. Varoluş kişinin terk edemeyeceği bir doluştur.
Varlığında,varlığın var olmasının söz konusu olduğu bir varlık olarak var olan bir varlığım.
Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir.
Birini sevmeye, koyulmak başlı başına bir iş, bir girişimdir. Güç ister, yürek ister, körlük ister. Hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister; düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu.
Bir şey sona ermek için başlamıştır. Serüven uzamaya gelmez. Ona anlam veren ölümdür yalnız.
Kimi zaman hızlı, kimi zaman yavaş bir şeyler akıyor içimde; dokunmuyorum, bırakıyorum gitsin. Sözcüklere bağlanamadığım için düşüncelerim çoğu zaman karmakarışık. Belirsiz ve hoş şekiller halinde ortaya çıkıyor, sonra kayboluyorlar, hemen unutuyorum onları.
''Hayatta yapılacak o kadar çok hata var ki; aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin anlamı yok.''
Hayatımla ilgili olarak bildiğim her şeyi, kitaplardan öğrendim gibime geliyor.
"Uykuya dalarken, uykuda ölen insanlar olduğunu hiç düşünmedin mi? Dişlerini fırçalarken, işte tamam, bu son günüm demedin mi hiç? Çok süratle, hem de çok süratle hareket etmek gerektiğini, çünkü zamanın kalmadığını hiç hissetmedin mi? Ölümsüz mü sanıyorsun kendini!"
Anlamıyorum Tanrım, hepsi birden aynı şeyi düşünmeye neden bu kadar önem veriyorlar. Balık gözlü, içedönük görünen, uzlaşamayacakları bir insan geçmeyegörsün aralarından, başları çevriliyor hemen.
"Bir hiç için bir sürü gürültü."
"Ama benim sevgili küçüğüm, şu yaşında bu tür kitaplar okursa, büyük olduğu zaman ne yapacak?"
Ben de, "Onları yaşayacağım." demiştim.
"Sevilmek istemiyorlar, alışık değiller buna."
''Kendimi bırakmak, unutmak, uyumak istiyorum.''
"Ne b*ktan şey şu savaş."
"Çünkü insanlar acımasızdı, acımak nedir bilmezlerdi."
''Anılar şeytanın kesesindeki altın sikkelere benziyor: keseyi açtığında bir de bakıyorsun, altın değil, ölü yapraklar var içinde...''
"Savaş olmasa! Savaş olmayabilse."
"Beni günler taşıyor artık."
Benim başkasında hedeflediğim şey kendi kendimde bulduğum şeyden fazlası değildir.
''Ben hayatıma nasıl başladımsa öyle öleceğim kuşkusuz; hep kitapların arasında..''
Gerek ruh, gerekse beden yönünden, hep uçurum duygusu içinde oldum; yalnız uykudaki uçurum değil, eylemdeki, düşteki, anıdaki, istekteki, pişmanlıktaki, acınmadaki, güzeldeki, sayıdaki vb gibi şeylerdeki uçurum.
Anılar şeytanın kesesindeki altın sikkelere benziyor: keseyi açtığında bir de bakıyorsun, altın değil, ölü yapraklar var içinde.
Vakitlerini aynı düşüncelerde olduklarını anlayıp mutluluk duymakla geçiriyorlar. Aynı şeyleri birlikte düşünmeye ne kadar önem veriyorlar.
Her an, ardından geleni getirmek için ortaya çıkar. Her ana, bütün varlığımla sarılırım. Onun yerine başkasının konulamayacağını, onun başkasına benzemediğini bilirim. Ama onu yitip gitmekten alıkoymak için bir şey de yapamam.
İnsan yalnız yaşadığı zaman anlatmanın ne demek olduğunu bilemez. Aniden konuşan ve çekip giden insanlar ortaya çıkar. Başı sonu olmayan hikayelere dalarlar. Ne dediğini, ne olup bittiğini tekrar sorsanız bir daha aynı şeyleri söylemezler.
İnsanların ne olduklarıyla değil, ne olabilecekleriyle ilgilenirim.
İnsan ilk önce varolur, ortaya çıkar, sahnede görünür ve ancak ondan sonra kendisini tanımlar.
"Her günün yeni bir geleceği vardı; bekleyişten bekleyişe, gelecekten geleceğe.."
Kalbim biraz kalleşlik yapıyor.
Birbirimize her şeyi söyleriz biz; ama içtenliğimiz zehirlendi bir kere.
Bilmiyorsun sevmeyi, bilmiyorsun,
Boşuna hep çırpınıp ağlayışım.
İnsan, uğrunda ölümü göze alabileceği bir şey bulmadığı müddetçe, insan değildir, adam değildir.
Umutsuzluk; insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastların en korkuncudur, umutsuzluk manevi bir intihardır.
Geçmişinizi cebinizde saklayamazsınız. Onu koyacak bir eviniz olmalı. Gövdemden başka şeyim yok benim.
Demek cehennem bu. Hiç aklıma getirmezdim böyle olacağını… Acı, ateş, kızgın ızgara hepsi sizsiniz demek… Ne gülünç şey! Kızgın ızgaranın ne gereği var: Cehennem başkalarıdır.
Sevmek, sevilme projesidir.
Yüzümün yansısı bu. Yapacak işim olmadığı günlerde onu seyreder dururum. Gördüğüm bu yüzden, hiçbir şey anlamıyorum. Başkalarının yüzleri bir anlam taşıyor. Benimki öyle değil. Güzel mi yoksa çirkin mi, bunu bile söyleyemem. Çirkin galiba. Çünkü böyle olduğunu söylediler. Bana dokunan bu değil. Yüzüme böyle nitelikler verilebilmesine şaşırıyorum aslında. Bir toprak parçasına ya da bir kayaya güzel ya da çirkin demek gibi bir şey bu.
Hayatta yapılacak o kadar çok hata var ki, aynı hatayı yapmakta ısrar etmenin bir anlamı yoktur.
Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’Honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: Ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim halde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden , bu ödülü verenlerin konumundan dolayı , kabul edemem.
Cehennem başkalarıdır.
Benim gibi yaşlı bir devrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir.
Umutsuzluk; insanoğlunun kendine karşı hazırlayabileceği suikastlerin en korkuncudur, umutsuzluk manevi bir intihardır.
Dostluk, birbiri hakkında hüküm vermek demek değildir. Dostluk, inanmak demektir.
Bulmasaydın, aramazdın beni!
Ama daha sonra, bana öğretilen bu herkesin tanrısında, ruhumun beklediği tanrıyı bulamadım; ben bir Yaradan arıyordum, ama bana bir Büyük Patron sunuluyordu.
İnsan önceden mahkum edilmiş olarak doğabilir miydi? Doğabilirse bana yalan söylenmişti demek ki ve dünyanın düzeni, hoş görülmesi olanaksız bozuklukları gizliyordu içinde.