Güzel Sözler
Mobil uygulaması yayında
Ücretsiz

Gustave Flaubert Sözleri

Sayfa İçeriği: Gustave Flaubert Sözleri, Gustave Flaubert Aşk Sözleri, Anlamlı Gustave Flaubert Sözleri, Gustave Flaubert Sözleri 2020, Gustave Flaubert Sözleri Twitter, Gustave Flaubert Sözleri Etkileyici

1800'lü yıllarda yaşamış olan Fransız asıllı roman yazarı ve edebiyat eleştirmeni Gustave Flaubert' ait birbirinden güzel Sözleri bir araya getirdik. Hoşunuza giden Anlamlı Gustave Flaubert Sözlerini Twitter, İnstagram ve Facebook gibi hesaplarınızdan paylaşabilirsiniz.

Gustave Flaubert Sözleri

Editörün Seçimi: Deha tanrı vergisidir, ama yetenek bizimdir. (Gustave Flaubert)


Ayrıntılar uçup gitti ama üzüntüsü kaldı.


"Eğer ıstıraplarımız birisine yarayabilseydi, bir fedakarlık yapmış olmak düşüncesiyle kendimizi teselli ederdik."


Neden olmasın, benim de dinim var, hem benimki, o türlü türlü hokkabazlıklar, maskaralıklar eden heriflerin hepsininkinden ileri… Bilakis, ben Allah’a taparım. Bizi, vatandaş ve aile babası vazifelerini görelim diye bu dünyaya getiren, adı ne olursa olsun, bir Yüce Varlık, bir Yaradan bulunduğuna inanırım. Ama, kiliseye gidip gümüş tabaklar öpmeye, bizden iyi yiyip içen birtakım soytarıları kesemden beslemeye gereksinme duyamam; çünkü insan Allah’a saygısını bir ormanda, bir tarlada, hatta eski zaman adamları gibi, gök kubbeyi seyretmekle de gösterebilir. Benim Allahım Sokrates’in, Franklin’in, Voltaire’in, Béranger’nin Allahıdır.


Eğer acılarımız en azından birinin işine yarasaydı, özveride bulunduk diye avunurduk. Madam Bovary-Gustave Flaubert


Çocukların kendilerini eğlendirmek için yaptıkları gibi ya da hırslıların kendilerini eğitmek için yaptıkları gibi okumayın. Hayır, yaşamak için okuyun.


Aptal olmak, bencil olmak ve sağlıklı olmak, mutluluğun üç şartıdır, ancak aptallık yoksa, hepsi kaybolur.


Ne olursa olsun mutlu değildi, hiçbir zaman mutlu olmamıştı. Hayatın bu yetersizliği, dayandığı şeylerin hemen bozulup çürümesi nereden geliyordu? ama, bir yerlerde kuvvetli ve güzel bir insan, hem coşkunluk, hem de incelikle dolu kıymetli bir varlık, bir melek kılığı altında bir şair kalbi, gökyüzüne şairane düğün destanları söyleyen tunç telli bir rebap bulunsaydı, onunla tesadüfen niçin karşılaşmamalıydı? ah, ne imkansızlık! zaten hiçbir şey böyle bir araştırmaya değmezdi; her şey yalan söylüyordu, her gülümsemenin altında sıkıntıdan bir esneme vardı. Her sevinç bir lanet, her zevk bir iğrenme gizliyordu ve en iyi öpücükler, dudaklarda gerçekleşmesi imkansız daha yüksek bir şehvet özlemi bırakıyordu.


Deha tanrı vergisidir, ama yetenek bizimdir.


Sevdiğimiz kimseleri hor görmek bizi onlardan az çok uzaklaştırır. Mabutlara dokunmamak lazımdır, yoksa yaldızları elimizde kalır.


Parasız ve zorunlu eğitim bir işe yaramayacak; ancak budala sayısını artıracaktır.


Deha tanrı vergisidir, ama yetenek bizimdir.


Yaşayışı tepe penceresi kuzeye bakan bir samanlık gibi soğuktu; can sıkıntısı da o sinsi örümcek, karanlıkta yüreğinin her köşesinde ağını örüyordu.


Kadın birine ne kadar bağlanırsa, ötekinden o nispette nefret ediyordu.


Yasakları yaşamak ve tatmak mutluluğun en başta gelen reçetesiydi. Geçmişte yaşayamadığı, özendiği, hayalini kurduğu her şeyi burada yaşayabilmek için çırpınıyordu artık.


"Dünyadaki bazı yerlerin mutluluk üretmesi gerekiyordu. Tıpkı kendi toprağında yeşeren ama başka bir toprakta kuruyan bir bitki gibi."


Gelecek denilen şey, sonundaki kapısı sımsıkı kapalı olan, karanlık bir geçitti yalnızca.


Çocukken aşkı düşledim; gençken, şanı; kadın olduğumda, mezarı - Artık aşkı kalmayanların o son aşkını..


Ne yaparsınız, acı çekmek için geldik dünyaya.


Dediğim gibi sizler anladınız ki,siyasal fırtınalar gerçekten de hava düzensizliklerinden çok daha korkunçtur!


Haklısın azizim, kalp aptaldır...


Benim de bir dinim var,diye karşılık verdi eczacı.Kendi dinim var. Hatta ben daha dindarım onlardan.Onların o gülünç törenleri,hokkabazlıkları yoktur benim dinimde!Ama Tanrı'ya taparım.


Çile'yi dinlerken ağladı. Neden çarmıha germişlerdi onu? O ki çocukları seviyor, kalabalıkları doyuruyor, körleri iyileştiriyordu ve iyi yürekliliğinden ötürü yoksullar arasında, bir ahırın gübreleri üstünde doğmak istemişti!


Bana yeniden yaşamam, insanların arasına karışmam gerektiği söyleniyor!... Peki ama, kırık dal nasıl meyve taşıyabilir? Rüzgarların kopardığı ve tozların içinde sürüklediği yaprak nasıl yeniden yeşerebilir? Peki, bu genç yaşta bunca keder niye? Ne bileyim! Böyle yaşamak belki de kaderimde vardı... Yükü taşımadan bezmek, koşmadan nefes nefese kalmak...


Ve kendime ait küçük neşelerim var, bir hapishanenin parmaklıkları arasında batan güneşin ışıkları gibi, hala gelip tecridimde beni ısıtan çocukluk kalıntılarım var: Bir hiç, en küçük bir fırsat, yağmurlu bir gün, pırıl pırıl bir güneş, bir çiçek, eski bir mobilya, bana bir dizi anıyı hatırlatıyor, hepsi gelip geçen, belirsiz, gölgeler gibi silik anılar... Çayırlardaki papatyaların ortasında, otların üstünde çocuk oyunları, çiçek açmış çalıların arkasında, altın sarısı üzümleri olan asmalar boyunca, kahverengi ve yeşil yosunun üstünde, geniş yaprakların, serin gölgelerin altında; ilk yaşların anıları gibi sakin ve gülen anılar, yanımdan solmuş güller gibi geçiyorsunuz.


Ama işte günler akşam oldu, kış geçip bahar geldi, yaz gidip sonbahar oldu, parça parça, sanki çöp çöp aktı bitti; kederim de geçti gitti, daha doğrusu dibe indi; çünkü ne de olsa bir şeyler kalıyor, nasıl söyleyeyim… Sanki insanın yüreğinin üstüne bir taş oturuyor!


" Ahlakı iki kısma ayırırım ben. Küçük olanı, boyun eğileni, şu sıradan insanlarınki, habire değişeni, şu budalalar topluluğunun ahlakı. Öteki de, ölümsüz olanı, her yanda ve her şeyin üzerinde olanıdır. O çok yücedir. Bizi kuşatan erdemler, aydınlatan mavi gökyüzü gibi yani. "


İnsan, hiçbir şeye karşı ilgisi, hiçbir şeyden umudu kalmayınca,
hayatın her gün değişmeyen tekrarı altında ezilir.


Gönül bedenden önce giriyor erinlik çağına; oysa zevk almaktan çok sevmeye gereksinim duyuyordum, hazdan çok aşkı istiyordu canım. 


Şimdi o ilk yeniyetmelik zamanımdaki aşkın düşüncesi bile yok artık içimde, duyular hiçbir şey değildi, sonsuzluk dolduruyordu bir başına her şeyi; çocuklukla gençlik arasında yer alan o aşk, çocukluktan gençliğe geçiştir, öyle de çabuk geçer ki unutulur gider. Kasım-Gustave Flaubert


Çocuklar gibi oyalanmak için, ya da tutkulu kimseler gibi bilgi edinmek için okumayın; yaşamak için okuyun.


Sevdiğimiz kimseleri hor görmek bizi onlardan az çok uzaklaştırır. Mabutlara dokunmamak lazımdır, yoksa yaldızları elimizde kalır.


Ne çocuklar gibi bir avuntu olsun diye okuyun, ne de muhterisler gibi kendinizi talime zorlarcasına. Hayır hayır; okuyacaksanız şifa bulmak için okuyun.


Hayatın en güzel günleri Daha erken demekle geçer, sonra Çok geç olur.


Eğer acılarımız en azından birinin işine yarasaydı, özveride bulunduk diye avunurduk.


Gece yarısından sonra yapılan her şey edebe aykırıdır.


Hüzün bir tür kötü alışkanlıktır.


Başarısız insanların yollarındaki taşlar başarılı olanlar için basamaktır.


Kalbimin içindeki tam bir kaostu, devasa bir uğultuydu, bir delilikti.


Çalışıyor ha! Ne iş yapıyor?
Sürekli roman okuyor…


Gazetelere karşı kişide bir tiksinti uyandı mı, güzel sevgisi başladı demektir.


Ne çocuklar gibi bir avuntu olsun diye okuyun, ne de muhterisler gibi kendinizi talime zorlarcasına. Hayır hayır; okuyacaksanız şifa bulmak için okuyun.


İçinde şiir bulunmayan bir hayat parçacığı yoktur


Çerçek yok. Sadece algı var.


Sevdiklerimizi çekiştirmeye başladık mı onlardan kopmaya başladık demektir.


Kişi yaptığı işin efendisi olabilir, ama asla hissetmediği şeyin ustası olamaz.


Sevdiğimiz kimseleri hor görmek bizi onlardan az çok uzaklaştırır. Mabutlara dokunmamak lazımdır, yoksa yaldızları elimizde kalır.


Hayatın en güzel günleri Daha erken demekle geçer, sonra Çok geç olur.


Yaşamak için okuyun.


Eğer acılarımız en azından birinin işine yarasaydı, özveride bulunduk diye avunurduk…


İnsan, hiçbir şeye karşı ilgisi, hiçbir şeyden umudu kalmayınca hayatın her gün değişmeyen tekrarı altında ezilir gibi olur.


Vazife, büyük olanı hissetmek, güzel olanı candan sevmektir; yoksa toplumun sırtımıza yüklediği bayağılıkları ile birlikte bütün göreneklerini kabullenmek değildir.


Ancak bir toprağa mahsus ve başka yerde tutamayan fidanlar gibi, saadet yetiştirmek de dünyada yalnız bazı memleketlere vergidir.


Edebiyatın özgür oluşundan söz ediyorlar! Yazarların artık büyüklerden aylık almadıklarını, daha özgür olduklarını söylüyorlar! Daha asil duruma geldiklerini savunuyorlar. Oysa bugün, toplum içindeki asaleti bir bakkal kişi ile eşdeğerdir. Ne büyük bir ilerleme!


"... zevkler, bir okul avlusundaki çocuklar gibi, kalbinin üzerinde o'kadar tepinip durmuştu ki, orada hiçbir yeşillik bitmiyor ve oradan kim geçerse, çocuklardan daha sersem, onlar gibi adını duvara kazımayı bile akıl edemiyordu."


Aşk da tıpkı bir tropik bitki gibi, özel hazırlanmış toprağa ve uygun ısıya ihtiyaç duymaz mıydı?


Ona göre, aşk birdenbire, büyük gürültülerle, ışıklarla, şimşeklerle gelirdi herhalde.Hayatın üstüne düşüp onu altüst eden, kuralları yaprak gibi koparan, yüreği uçuruma sürükleyen bir gökyüzü kasırgasıydı o.


...bir erkek her şeyi bilmeli, bir sürü farklı şeyde sivrilmeli, insanı tutkunun derinliklerine, hayatın zarafetine ve gizemlere sürüklemeli...


"Denizi sadece fırtınası için, çimenleri sadece harabelerin arasında bittiği zaman seviyordu."


"Sanki kemiklerimde buz var! Yanıma gel!"


Hiç değilse erkek özgürdür; tutkuları da, ülkeleri de dolaşabilir, engelleri aşabilir, en uzak mutlulukları dalından koparabilir. Ama kadın durmadan engellenir. Hem kımıltısız, hem esnektir, yasanın bağları da, bedenin güçsüzlüğü de ona karşıdır.


Okuduğu kitaplar da ona çok güzel gelen, 'mutluluk', 'tutku' ve 'coşku' gibi kelimelerin gerçek hayatta ne anlama geldiğini bulmaya çalışıyordu.


Bazı ayrıntılar silindi ama içindeki özlem hep kaldı.


Bu yüzden ben şairleri daha çok severim.Dizelerin bir şeyi düz yazıdan daha yumuşak,daha tatlı ve çok çok daha iyi duygulandırdığı kanısındayım.


Gelecek mutluluklar da tıpkı tropik ülkelerin kıyıları gibi, önlerindeki sonsuzluk üzerine kendi gevşekliklerini yansıtırlar, hoş bir meltem estirirler. İnsan bu sarhoşluk içinde kendinden geçer, görünmeyen ufka aldırmaz bile


"Gerçekten de, gece, lamba yanıp rüzgâr camları sarsarken, bir kitap alıp ateş başına oturmaktan daha güzel bir şey var mıdır?"


Ermiş Paul'ün dediği gibi: "Acı çekmek için geldik dünyaya.'


Haklısın azizim, kalp aptaldır...


Çocukken aşkı düşledim; gençken, şanı; erkek olduğumda, mezarı - Artık aşkı kalmayanların o son aşkını..


Birinin ölümünden sonra ortalığa şaşkınlık gibi bir şey dağılır her zaman....hiçliğin bu birdenbire gelişini anlamak, ona inanmaya boyun eğmek öylesine güçtür...


Karımı bir yana bırakacak olursak, kadınlarla her zaman anlaşmışımdır.


Bir tanıdığın öbür dünyaya gitmesi insanı üzüyor.


"Mutsuz olacaksın demişlerdi bana zaten."


Bir erkek , en azından özgürdür.
Tutkudan tutkuyla, ülkeden ülkeye dolaşabilir, engelleri aşabilier, en erişimez mutluluklara ulaşabilir.
Bir kadın ise hep yasaklara sınırlıdır...


"Gerçekten de, gece, lamba yanıp rüzgâr camları sarsarken, bir kitap alıp ateş başına oturmaktan daha güzel bir şey var mıdır?"


Erkek olmak için sevmeye çabalanıyor.


Peki, bütün sefahatler, zihin, beden ve ruh sefahatleri tarafından piçleştirilmiş bu toplum ne zaman son bulacak?


Her şey, hatta kendisi bile, artık ona karşı dayanılmazdı. Bir kuş gibi kanat alarak, bir yerden, uzaktaki saflık bölgelerine uçabilmesini ve yeniden gençleşmesini diledi.


Gönül bedenden önce giriyor erinlik çağına; oysa zevk almaktan çok sevmeye gereksinim duyuyordum, hazdan çok aşkı istiyordu canım. Şimdi o ilk yeniyetmelik zamanımdaki aşkın düşüncesi bile yok artık içimde, duyular hiçbir şey değildi, sonsuzluk dolduruyordu bir başına her şeyi; çocuklukla gençlik arasında yer alan o aşk, çocukluktan gençliğe geçiştir, öyle de çabuk geçer ki unutulur gider.


Akşam rüzgar pencereye vurur lamba yanarken ateşin başına oturup bir kitap açmaktan daha tatlı ne var ki ?


İnsan hiçbir şeye karşı ilgisi, hiçbir şeyden umudu kalamayınca hayatın her gün değişmeyen takrarı altında ezilir gibi olur.


On yaşına girer girmez okula yazıldım ve çok geçmeden insanoğluna karşı yoğun bir tiksinti duymaya başladım.


Ve bıkkınlık sardı beni; her şeyden şüphe etme noktasına geldim. Gençken, yaşlıydım; kalbimde kırışıklıklar vardı ve hala capcanlı, heyecan ve inançla dolu ihtiyarlar gördükçe acı acı kendime gülüyordum, bu kadar genç ve hayat, aşk, şöhret, tanrı, olan, olabilecek her şey hakkında hayallerini bu kadar kaybetmiş ben...


Çocukken, görüleni severdim; yeniyetmeyken, hissedileni; erkek oldum, artık hiçbir şeyi sevmiyorum.


Sen de Yorum Yap veya Sözünü Yaz